past event: Başka Bir Düyanın Zarafeti // Grace of Another World
Ayşe Bezenmiş, Eda Gecikmez, Emrah Altınok, Erhan Özışıklı, Gümüş Özdeş,
Güneş Çınar, Merve Şendil, Serra Behar, Yağız Özgen, Yavuz Erkan
Kürasyon / Curation : Nihan Çetinkaya
(please scroll down for English)
Başka Bir Dünyanın Zarafeti
“Size öyle küçük bir şey söylemeye çalışıyorum ki, söylerken onu zedelemekten korkuyorum.” Christian Bobin
Sergi, ismini, Gilles Deleuze’ün sinema estetiği üzerine yazdığı iki ciltlik çalışmasının ilk cildi olan Image-Mouvement (Hareket-İmge) isimli kitabında yer verdiği bir cümleden alıyor. Deleuze, hareketi, sübjektif ve objektif algı olarak ikili bir sistem içinde tartıştığı bir yerde, Fransız sinemasının bu subjektiviteyi keşfinin tanığı olarak suyla kurduğu ilişkiden bahsederken, su diyor, öyle bir ortam ki, hareketin kendisini hareket eden şeyden ayırabiliyor; hareketliliği hareketten soyabiliyoruz; suyun soyut akışkanlığı yeryüzü insanından farklı bir dünyaya ait bir insanın ortamını bize yaratabiliyor; sudaki hareket, adeta ‘başka bir dünyanın zarafetini’ çağırıyor.
Ulus Baker ise, Sanat ve Arzu seminerlerinde, bakış açısı mefhumu’nu anlatırken başvuruyor bu söze ve başka dünyadan olmanın taşıdığı zarafeti, hayvanlardan örnek vererek yine su ve kara karşıtlığına göndererek açıklamaya çalışıyor. Bir kuğu, diyor, kendi dünyası olan sudan çıkıp karaya ayak bastığında paytak paytak yürümeye başladığında, onun bu kusuru bizde bir hayranlık uyandırır; kesinlikle acımayız ona. O sarsak yürüyüş hoşumuza gider çünkü zariftir. Kuğunun kendi dünyasından bizlere taşıdığı bir zarafet, bir ışıldama vardır. İşte philia yani dostluk, sevgi ya da aşk olarak karşılayabileceğimiz duygulanımın başlangıcının da bu öte ya da başka dünyaya duyulan hoşlanma ve merakla başladığının vurgusunu yapıyor. “Bu başka dünyalı olma halini anlamamız gerekmez ondan hoşlanmamız için; tıpkı bir tablonun önüne geçtiğimizde karşımızda duran imgenin bizde hayranlık uyandırmasının onu anlamamızdan çok önce gerçekleşmesi gibi.”
Doğumumuzdan itibaren duyularımız aracılığıyla algılayabildiğimiz ve kendimizi, içinde bulunduğumuz dünyadan ayırt ederek çizdiğimiz sınırla ifade ettiğimiz andan itibaren temellük ettiklerimizi, mutlak gerçeklikler olarak kabul etmektense, hep bir şüpheyle yaklaşabilmenin zarafeti bu. Bir başka dünyadan olma, bir özgürlük alanını katettirdiği için, kişinin, temas ettiği farklı dünyalara bilinemezliğin gölgesinde duyduğu saygı ve kendi varoluşunun olası ağırlığından duyduğu utancın bir sonucu olarak bir afallama içinde olması; kendi dünyası ile diğer dünyalar arasındaki bu ara bölgede, kendi mevcudiyeti ile ötekine uyguladığı şiddet arasında belki biraz mahcup bir edayla yaşamaya çalışması. Bize göre sanatçının dünyalararasılığı da böyle bir varoluş. Dolayısıyla, görünenlerin anlık hisler vasıtasıyla hakikatle örtüştüğü ama uzun sürmediği, cismaniyetin açığa çıktığı ölçüde arkasındakini kapattığı temsil dünyasında bir varolup aynı hızla yok olan dünyalardan ve gözün gördüğüne koşulsuz bir inanç içinde olmamanın zarafetinden dem vuruyoruz. Aklın ve akıl olmayanın, anlam ve anlam olmayanın arasında bir örümcek titizliği ve sessizliğinde gezinebilmenin, kendiliğindenliğin kollarında mutlu olmanın zarafetinden; kibar olmakla ya da nezaket kuralları olarak geliştirilmiş, bedenin kodlanarak tahakkümünü içeren bir dizi sosyalleşme aygıtıyla alakası olmayan bir şeyden.
------------------------------ ------------------------------ -----
Grace of Another World
“I’m trying to tell you something so small that I fear I might harm it in the process.” Christian Bobin
The exhibition takes its title from a sentence in Gilles Deleuze’s Image-Mouvement, the first book of his two-volume study on film aesthetics. At a point where he discusses movement within a dual system of subjective and objective perception, Deleuze mentions the relationship French cinema forges with water as witness to its discovery of this subjectivity. Water, he says, is a medium that can distinguish movement itself from that which is moving; we can divest mobility from movement; the abstract fluidity of water is able to create for us the environment of a person who belongs to a different world than the earthly person; it is as if movement in water calls on the “grace of another world”.
Ulus Baker refers to this quote while explaining the concept of point of view in his Art and Desire seminars, and tries to clarify the grace inherent in being from another world by giving examples from animals and again by going back to the opposition of land and water. When a swan, he says, goes out of its own element, which is water, and starts to waddle on land, this flaw fascinates us; we certainly do not pity it. The tottering walk appeals to us because it is graceful. The swan brings us a kind of grace or radiance from its own world. It is with this very appeal and curiosity of an over and other world that the affect we can describe as philia, that is friendship or love begins. “We do not need to understand this state of being from another world in order to like it – just as the fascination an image incites in us when we look at a painting takes place a lot before we actually understand it.”
Kürasyon / Curation : Nihan Çetinkaya
(please scroll down for English)
Başka Bir Dünyanın Zarafeti
“Size öyle küçük bir şey söylemeye çalışıyorum ki, söylerken onu zedelemekten korkuyorum.” Christian Bobin
Sergi, ismini, Gilles Deleuze’ün sinema estetiği üzerine yazdığı iki ciltlik çalışmasının ilk cildi olan Image-Mouvement (Hareket-İmge) isimli kitabında yer verdiği bir cümleden alıyor. Deleuze, hareketi, sübjektif ve objektif algı olarak ikili bir sistem içinde tartıştığı bir yerde, Fransız sinemasının bu subjektiviteyi keşfinin tanığı olarak suyla kurduğu ilişkiden bahsederken, su diyor, öyle bir ortam ki, hareketin kendisini hareket eden şeyden ayırabiliyor; hareketliliği hareketten soyabiliyoruz; suyun soyut akışkanlığı yeryüzü insanından farklı bir dünyaya ait bir insanın ortamını bize yaratabiliyor; sudaki hareket, adeta ‘başka bir dünyanın zarafetini’ çağırıyor.
Ulus Baker ise, Sanat ve Arzu seminerlerinde, bakış açısı mefhumu’nu anlatırken başvuruyor bu söze ve başka dünyadan olmanın taşıdığı zarafeti, hayvanlardan örnek vererek yine su ve kara karşıtlığına göndererek açıklamaya çalışıyor. Bir kuğu, diyor, kendi dünyası olan sudan çıkıp karaya ayak bastığında paytak paytak yürümeye başladığında, onun bu kusuru bizde bir hayranlık uyandırır; kesinlikle acımayız ona. O sarsak yürüyüş hoşumuza gider çünkü zariftir. Kuğunun kendi dünyasından bizlere taşıdığı bir zarafet, bir ışıldama vardır. İşte philia yani dostluk, sevgi ya da aşk olarak karşılayabileceğimiz duygulanımın başlangıcının da bu öte ya da başka dünyaya duyulan hoşlanma ve merakla başladığının vurgusunu yapıyor. “Bu başka dünyalı olma halini anlamamız gerekmez ondan hoşlanmamız için; tıpkı bir tablonun önüne geçtiğimizde karşımızda duran imgenin bizde hayranlık uyandırmasının onu anlamamızdan çok önce gerçekleşmesi gibi.”
Doğumumuzdan itibaren duyularımız aracılığıyla algılayabildiğimiz ve kendimizi, içinde bulunduğumuz dünyadan ayırt ederek çizdiğimiz sınırla ifade ettiğimiz andan itibaren temellük ettiklerimizi, mutlak gerçeklikler olarak kabul etmektense, hep bir şüpheyle yaklaşabilmenin zarafeti bu. Bir başka dünyadan olma, bir özgürlük alanını katettirdiği için, kişinin, temas ettiği farklı dünyalara bilinemezliğin gölgesinde duyduğu saygı ve kendi varoluşunun olası ağırlığından duyduğu utancın bir sonucu olarak bir afallama içinde olması; kendi dünyası ile diğer dünyalar arasındaki bu ara bölgede, kendi mevcudiyeti ile ötekine uyguladığı şiddet arasında belki biraz mahcup bir edayla yaşamaya çalışması. Bize göre sanatçının dünyalararasılığı da böyle bir varoluş. Dolayısıyla, görünenlerin anlık hisler vasıtasıyla hakikatle örtüştüğü ama uzun sürmediği, cismaniyetin açığa çıktığı ölçüde arkasındakini kapattığı temsil dünyasında bir varolup aynı hızla yok olan dünyalardan ve gözün gördüğüne koşulsuz bir inanç içinde olmamanın zarafetinden dem vuruyoruz. Aklın ve akıl olmayanın, anlam ve anlam olmayanın arasında bir örümcek titizliği ve sessizliğinde gezinebilmenin, kendiliğindenliğin kollarında mutlu olmanın zarafetinden; kibar olmakla ya da nezaket kuralları olarak geliştirilmiş, bedenin kodlanarak tahakkümünü içeren bir dizi sosyalleşme aygıtıyla alakası olmayan bir şeyden.
------------------------------
Grace of Another World
“I’m trying to tell you something so small that I fear I might harm it in the process.” Christian Bobin
The exhibition takes its title from a sentence in Gilles Deleuze’s Image-Mouvement, the first book of his two-volume study on film aesthetics. At a point where he discusses movement within a dual system of subjective and objective perception, Deleuze mentions the relationship French cinema forges with water as witness to its discovery of this subjectivity. Water, he says, is a medium that can distinguish movement itself from that which is moving; we can divest mobility from movement; the abstract fluidity of water is able to create for us the environment of a person who belongs to a different world than the earthly person; it is as if movement in water calls on the “grace of another world”.
Ulus Baker refers to this quote while explaining the concept of point of view in his Art and Desire seminars, and tries to clarify the grace inherent in being from another world by giving examples from animals and again by going back to the opposition of land and water. When a swan, he says, goes out of its own element, which is water, and starts to waddle on land, this flaw fascinates us; we certainly do not pity it. The tottering walk appeals to us because it is graceful. The swan brings us a kind of grace or radiance from its own world. It is with this very appeal and curiosity of an over and other world that the affect we can describe as philia, that is friendship or love begins. “We do not need to understand this state of being from another world in order to like it – just as the fascination an image incites in us when we look at a painting takes place a lot before we actually understand it.”
This is the grace of being able to always approach with doubt what we have perceived with our senses since birth, and what we have appropriated since we defined ourselves by the boundary we drew between ourselves and the world we live in, instead of accepting them as absolute truths. It is the state of being taken aback as a result of one’s respect in the shadow of the unknown for the different worlds with which one comes in contact, and of the shame one feels of the possible weight of one’s existence, as being of another world has one traversing a space of freedom – it is one’s trying to live perhaps with a tinge of embarrassment in this middle area between one’s world and other worlds, between one’s presence and the violence this exerts on the other. We think that artists’ being-between-worlds is such an existence. Therefore, we are talking of worlds that come into being and disappear as fast as they came, and of the grace of not having unconditional faith in what the eye can see in this world of representation where whatever lies behind is occluded from view to the extent that materiality gets expressed, and where what is visible corresponds with the truth through momentary sensations but does not last. The grace of being able to roam around between reason and non-reason, meaning and non-meaning with the meticulous silence of a spider, of being happy in the arms of spontaneity; of something that has nothing to do with a series of socialization devices developed as a means to be polite or refined and involving the domination of the body through its codification.